top of page

Soğuk His

Güncelleme tarihi: 17 Ara 2024




Salondan gelen sesler yüzünden gözlerimi korkuyla açmıştım. Odamın ışığı kapalıyken tül perdenin de kapalı olmasına dikkat ederdim ancak onu ilk kez açık unutmuştum. Ardından gördüğüm ise günlerdir hiç durmayacakmış gibi yağan karın yavaşlamış olduğuydu. Kendime gelmeye çalışırken bir yandan da telefonumu arıyordum. Saate baktım, gecenin ortasıydı. Salonun kapısından sızan ışık yavaşça odama uzanıyordu. Kaldırdım başımı, salondakilere kulak kesildim. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlamam için bu kadarı yeterdi.


Yataktan kalkıp aynanın karşısına geçtim, saçlarımı topladım. Oyalanıyordum. Beni uykumdan alıkoyan sesler evin her yanında dolaşıyor, en sonunda hepsi salonda birikip topluca kulağıma yetişiyordu. Aynanın karşısından çıktım, kapının karşısına geçtim. Kalbim küt küt atıyordu. Odamdan çıkmak ve salonda neler konuşulduğunu öğrenmek istemiyordum. Neyse ki gerek kalmadı. Karşısında titreyerek durduğum kapıyı yerime açıp,


"Cemile, babaannen fenalaşmış. Biz hastaneye gidiyoruz. Ardımızdan kapıyı kilitle." dedi yüzüme bakmadan.


Göz yaşlarını görmem için yüzüme bakmasına gerek yoktu. Annemdi o, içimde bir soğukluk hissettim. Dediğini yaptım, onlar çıkar çıkmaz kapının anahtarını üç kez çevirdim. İçim buz gibi soğumuştu birden. Yatağıma dönüp uyumak istiyordum.


Gözlerimi tekrar açtığımda aradan dört saat geçmişti. Mutfağa gittim. Kendime bir bardak su doldurup boğazımdaki kuruluğu giderdim. Telefona baktım, cevapsız aramalar vardı. Ablamdı arayan, telefon sessizde diye duymamıştım. Israrla araması kaygımı hatıratmış olsa da pek aldırış etmedim. Aradım onu,


"Bir şey mi oldu abla?” dedim, “Dört kez aramışsın."


"Babaannem öldü Cemile.” dedi. Ablam işte, sözünü dolandırmayı hiç sevmez. “Gece annemler sen korkma diye fenalaştı demişler. Şimdi yoldalar, cenaze işleri için köye gidiyorlar. Biz de yarım saate seni alır yola çıkarız. Hazırlan."


“Tamam.”


Aramayı sonlandıralı belki yirmi dakika olmuştu ama ben az önceki konuşmayı yeni kavrıyordum. Ağzımdan çıkan gösterişsiz ve sıradan, hiçbir özelliği olmayan bir kelimeydi. Şaşkınlığım bir yana, ben az önce neye tamam demiştim? Babaannemin üç haftadır yoğun bakımda olduğunu biliyordum. Uzun yıllardır acı çektiğini de biliyordum. Şimdiyse öldüğünü öğrenmiştim. Yine de bu kara haberi duyunca yeterince kötü hissetmemiştim. Yeterince hissetseydim öylece tamam der ve o yirmi dakikayı hazırlanmakla geçirir miydim, bilmiyorum.


Ölüm dört harf, iki hecelik bir kelime olsa da deneyimi geride kalan herkese büyük korkular, hayal kırıklıkları hissettirir sanıyordum. Sanıyordum sanmasına da neden ilk deneyimlememde böyle hissetmemiştim, bir anlam veremiyordum. Sanki o geride kalanlardan biri değildim. O geride kalanların peşinden giden ve yaptıklarını yapmak zorunda biriydim sanki.


***


Ablamlarla köye vardığımızda da o his benimleydi. Geldiğimiz yol nasıldı, ne kadar sürede gelmiştik hatırlamıyordum. Araca ne zaman bindiğimi de hatırlamıyordum. Araçtan indiğimde camda yüzümün teri birikmişti, şimdi sadece onu hatırlıyorum. Terimi kolumla silip öyle inmiştim araçtan.


Yazları gelip kaldığımız evimize gidiyorduk. Eve gelir gelmez kalabalığa karışıp içlerinde kaybolduk. Beni şaşırtan bir şey yoktu burada. Bir tarafta önlerine getirilen yemekleri yiyen aç insanlar, bir tarafta okunan Kur'an’ı dinleyen tok insanlar ve bir tarafta da oturduğu yerde sessizce ağlayan insanlar vardı sadece.


Daralmıştım. Kapı önündeki hengameden zar zor kurtardığım botlarımı giyip dışarı attım kendimi. Çamurlu ayaklar yüzünden karın rengi kirlenmişti, daha da kirlenmesin diye o çamurlu ayakları takip ettim. Avucumun içi gibi her karışını bildiğim sokaklarda yürüdüğümü sanıyordum ancak kışın ilk kez geldim diye herhalde yabancılık çekiyordum bu kez. Üzerine kolu komşuyla göz göze gelmemek için de başımı indirmiştim. Kaybolmak ister gibi öylece yürüyordum bir başıma.


Annemlerle mezarlığa doğru giderken, herkesin üzerinde uzlaşmış göründüğü o bıkkınlık veren sessizliği düşünüyordum yürürken. Evdeyken fısıldaşmaktan, yemek yiyip durmaktan çeneleri ağrımış olmalıydı. Babaannem salına salına ilerliyordu önümüzde. Salına salına mezarlığa varmıştık biz de. Annem ve ablam henüz yeni kazılmış mezarın başında duruyor, babamın yanlarına gelmesini bekliyordu. Bense olduğum yerde durmuş olan biteni seyretmekle yetiniyordum. Az sonra babam da geldi. Birlikte toprağa dokundular, ardından babaannemin üzerini örttüler onunla.


Yüzüme vuran sıcak rüzgârın hangi yönden estiğine bakmak için kafamı kaldırdığımda köyün aşağısındaki dereye kadar yürüdüğümü fark ettim. Derenin kenarında, henüz kirlenmemiş karların üzerinde oturan siyah kabanlı bir adam vardı. Onu tanımam hiç zor olmamıştı. Kışları suları akmayan bir dereydi orası, karşısında iki büklüm otuyordu siyah kabanlı adam. Yanına gitmeyi çok istesem de gidemedim, sarılamadım ona. Benim gibi o da kalabalıktan kaçmış, yalnız kalmak istiyordu belli ki. Yalnızlığını bozmak istemedim.


Babamın daha öncesinde, sadece ablamın evlendiği gün ağladığını görmüştüm. Bu ikinci tanıklığımdı ancak bu kez farklıydı, ilkine hiç benzemediğini onu görür görmez anlamıştım. Anlamış olsam da tanımlayamadığım bir tanıklıktı bu. Yine içimde, o gece hissettiğim soğukluk belirmişti.


***


Babaannemin vefatı üzerinden bir yılı aşkın zaman geçti. Nasılsa yokluğuna alışmam güç olmadı. Zorlanmayışımın nedeni onunla yeteri kadar hatıra biriktirmeyişimiz olduğunu düşünüyorum bazen. Bazen de acısının sona erdiğini biliyorum diye böyle hissettiğimi düşünüyorum. Hepsine rağmen, unutkanlık hastalığına yakalanmadan birkaç hatıra edinmiş olmamıza seviniyorum.


Hastalık sonrasında, babaannem bir şeyleri hatırlamaya çalışırken beni çok güldürürdü. En çok da babamın onun oğlu olduğunu hatırlatmaya çalışırken ki çabasına gülerdim. Kırk takla atardı, kırk hikâye anlatırdı da annesine onun oğlu olduğuna ikna edemezdi garibim.


Hafızama armağan ettiği en güzel hatıraysa henüz çocukken, dilimin zor döndüğü sıralarda sekiye çıkıp “babali, babali” diyerek onu köydeki o pazar kahvaltılarına çağırmamdı. Köye geldik yine, o sırada ne hissettiğimi anımsamak için sekiye çıkıp aynı şekilde seslendim ona. Sekinin üstündeyken, gittiğinden beridir o soğuk hisle anımsıyor olsam da hatıramı, her seferinde onun da “babali, babali” diyerek yanıma koşmasını unutamayacağım. O sırada beni şaşırtan, kimseye söz etmediğim ya da bir başkasından duymadığım halde bir başkasının hatıramdan haberdar olmasıydı. Babamdı o, kollarını açmış “babali, babali” deyip yanıma koşuyordu.

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
bottom of page